Odatv Genel Yayın Direktörü Barış Pehlivan ve Odatv Sorumlu Haber Müdürü Barış Terkoğlu’nun avukatı Hüseyin Ersöz, Cumhuriyet gazetesinin Olaylar ve Görüşler sayfasına, iki gazetecinin tutuklanmasıyla ilgili, dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.
“Gazeteciler ‘Barış’, Yargı ‘Düşman’ Dedi” başlıklı yazısında avukat Ersöz, kelam konusu iki gazetecinin yargılanmasıyla ilgili, “Bu yargılamanın konusu bilindiği üzere 'üç satır'dan ibaret bir haber” dedi.
Yazısında, “Düşman Ceza Hukuku” teorisinden bahseden Ersöz, “Şu an gündemde olan bir dava da 'Düşman Ceza Hukuku'nun izlerini taşımakta. O da Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve öteki gazetecilerin tutuklu olduğu yargılama süreci” dedi.
Ersöz ayrıyeten, “İşte, bahis iktidarın 'üstün menfaatleri' olunca, adap kurallarının kenara bırakıldığı ve hukuka tersliklerin yok sayıldığı nizama 'Düşman Ceza Hukuku' denilmektedir” diye de belirtti.
“Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve AİHM’nin emsal kararlarında 'İfade Hürriyeti' ve 'Basın Özgürlüğü' kapsamında değerlendirdiği bir haber, iktidara yakın çevrelerin takviyesini alarak ilerleyen yargı sürecinde cürüm olarak lanse edilmektedir” diyen Ersöz, “Ancak bir kaşık suda koparılmaya çalışılan her fırtına sonrası yakın tarihimizin bize işaret ettiği tek gerçek, 'hukukun üstünlüğünün' er ya da geç hâkim olacağıdır. Hak sahibi, hakkı olana kavuşur, hukuksuzluğu yaşatanlara ise utancı kalır” diye belirtti.
Avukat Hüseyin Ersöz'ün yazısı şu halde:
“1980’li yıllarda Hukuk Profesörü Günther Jakobs tarafından devlete karşı tehdit olduğu düşünülen “kişilerin baskılanması”, “özgürlüklerinin sınırlandırılması” ve “usulü teminatların askıya alınmasını” savunan “Düşman Ceza Hukuku” teorisi ortaya atıldı. Hümanist hukuku yadsıyan ve devlete karşı işlenmesi “muhtemel” suçlarda önleyici önlemler alınmasını savunan bu yaklaşım, başlangıçta kabul görmese de otoriterleşen iktidarlarda, vakitle muhaliflere yönelik uygulama alanı buldu.
Türk akademi hayatı ile düşman ceza hukuku teorisini tanıştıran isim ise Prof. Dr. Duygun Yarsuvat’tı. Duygun Hoca, Düşman Ceza Hukuku’nun en sert formda uygulandığı Balyoz ve Odatv Davalarında da müdafiilik yapmış, bu davaların hukuka tersliğini baştan sona gözlemleyebilen sayılı akademisyen ortasında yer almıştı. Düşman Ceza Hukuku’na nazaran otoriterleşen iktidarın “üstün menfaatleri” karşısında, temel hak ve özgürlükler “önemsiz”, tehlike algısındaysa “orantısız tedbirler” ve “ağır cezalar” legaldir.
Kısacası, bir fiil somut tehlike içermese ya da şiddeti teşvik etmese dahi, siyasi iktidar için soyut bir tehlike oluşturuyorsa muhatapları tutuklanabilir, fikir hayatına yasaklamalar getirilebilir ve yöntemi teminatlar kısıtlanabilir. Tıpkı bundan 10 yıl önce Ergenekon, Poyrazköy, Askeri Casusluk Davalarında olduğu gibi…
Şu an gündemde olan bir dava da “Düşman Ceza Hukuku”nun izlerini taşımakta. O da Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve öbür gazetecilerin tutuklu olduğu yargılama süreci.
Bu yargılamanın konusu bilindiği üzere “üç satır”dan ibaret bir haber. MİT mensubunun cenazesini odağa alan haberin siyasi iktidara yönelik “eleştirel” bir istikameti bulunmakta. Haberin yayımlandığı gece Barış Terkoğlu sabaha karşı 04.00’te konutunda gözaltına alınır. Yayımlanan suçlama konusu haberden “bilgisinin olmaması” ve “hukuki sorumluluğunun bulunmaması” tutuklanmasını engellemez. Sonraki gün ifadeye çağrılan Barış Pehlivan, “tutuklanacağını bile bile” adliyeye gelir ve “kaçma şüphesiyle” cezaevine gönderilir. Tutuklamalar sonrası Emniyet Genel Müdürlüğü ve BTK, idari bir tasarrufla odatv4.com’u yasaklar. Yayın yapmaya çalışan haber sitesi defalarca “aynı idari tasarrufa” muhatap olur.
Barış’lar hakkında yapılan 2 Nisan tarihli tutukluluk incelemesine avukatları çağrılmaz. Bu durum, “amaç hasıl olduğu müddetçe” adabı bir eksiklik olarak görülmez. Yeniden 2 Mayıs tarihli bir diğer tutukluluk incelemesinde “özel müdafilere” haber verilmez, barodan süreksiz avukat talep edilir. Gazetecilere kelam hakkı tanınmaz. Bir başkasında “aynı gün”, “arka geriye iki kez”, “aynı hâkimce” tutuklamaya devam kararı verilir. İlkinde “dosya üzerinden” verilen karar, birebir gün ikinci kez “ihsas-ı rey” yapıldığı bir kenara bırakılarak avukatlar huzurunda “tekrarlanır”.
“DÜŞMAN HUKUKU” UYGULAMALARI
CMK’nın 153. maddesinde sayılmayan bir kabahatten kısıtlama kararı alınır. Kanunun açık ihlali olmasına rağmen yapılan itiraz reddedilir. Kısıtlama Kararı sebebiyle avukatların kanıtları inceleme imkânı bulunmazken, isnatlar ve kanıtlar iktidara yakın gazetelerde yayımlanır.
Buna rağmen iddianamede tutuklu gazeteciler ve avukatları, cezaevinde yaşanan “kötü muameleyi” kamuoyu ile paylaştıkları için “dezenformasyon yapmakla” suçlanır. Üç satırlık habere dayanan isnattan “iki farklı suç” çıkarılır. Velhasıl, “Ne Bıs In Idem”(aynı fiilden iki kere yargılama kuralı değersiz bir detay kabul edilir.
Aynı haber konusu olaya dair Milletvekili Ümit Özdağ hakkında MİT Kanunun’un muhalefetten fezleke hazırlanırken, gazeteciler ayrıca TCK 329’dan da suçlanarak davanın Asliye Ceza’da değil, Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmesi sağlanır. İddianamenin altında “darbe davalarında dahi örneğine rastlanmayacak şekilde”, Soruşturma savcısının, başsavcı vekilinin ve başsavcının imzası yer alır. Böylece, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, “kurumsal olarak” bu davanın ardında olduğunu açıkça ilan eder.
TBMM’de “infaz indirimi” görüşmeleri devam ederken, gece yarısı verilen bir teklifle gazetecilerin tutuklandığı cürüm, “kişiye özel Kanunla” kapsam dışı bırakılır. Gazetecilerin infaz düzenlemesinden faydalanarak tahliye edilmelerinin önü kesilmiş olur.
İşte, husus iktidarın “üstün menfaatleri” olunca, yöntem kurallarının kenara bırakıldığı ve hukuka tersliklerin yok sayıldığı sisteme “Düşman Ceza Hukuku” denilmektedir.
Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve AİHM’nin emsal kararlarında “İfade Hürriyeti” ve “Basın Özgürlüğü” kapsamında değerlendirdiği bir haber, iktidara yakın çevrelerin dayanağını alarak ilerleyen yargı sürecinde kabahat olarak lanse edilmektedir.
Ancak bir kaşık suda koparılmaya çalışılan her fırtına sonrası yakın tarihimizin bize işaret ettiği tek gerçek, “hukukun üstünlüğünün” er ya da geç hâkim olacağıdır. Hak sahibi, hakkı olana kavuşur, hukuksuzluğu yaşatanlara ise utancı kalır.”